İstanbul Modern Sinema, her ay iki üçlemenin gösterileceği yeni program dizisiyle karşımızda! Bazen film eleştirmenlerinin, bazen yönetmenlerin adlandırdığı, birbirine ortak bir karakter, tema veya mekân üzerinden ilişkilenen üçer filmlik seriler kimi zaman büyük bir hikâyenin parçaları oluyor, kimi zaman da birbirinden bağımsız biçimde bir araya gelen öykülerden oluşuyor.
İlk üçlemenin odağında görsel ve öyküsel mekân olarak 'coğrafya' var. Seri, İranlı yönetmen Abbas Kiarostami’nin 1987-1994 yılları arasında çektiği ve adını taşıdığı köyden alan “Köker” üçlemesi ile başlıyor.
EL BOTÓN DE NÁCAR / SEDEF DÜĞME
Yönetmen Patricio Guzmán, üçlemenin 2015 tarihli ikinci filmi Sedef Düğme'de yaşamın temel kaynağı olan suyun hafızasına kulak veriyor. Okyanusta bulunan iki gizemli düğmenin hikâyesinin peşinde giderken, Şili topraklarının karanlık geçmişine, okyanusu kana bulayan Pinochet’nin diktatörlüğüne ve “beyaz adamın” lanetine yer veren belgesel, doğayı tüm görkemiyle gözler önüne sürerken, insanların birbirlerine karşı acımasızlıklarını Şili’nin yerlileri üzerinden perdeye yansıtıyor. Ağır, çok ağır, fevkalade ağır sözel anlatım tarzından haz alamadığım için yine sıkılarak izledim maalesef! Aynı meseleye odaklanarak benzer tarzda yapımlar sunan Guzman'ın etkileyici olsa bile hikaye anlatım tarzından hoşlanmıyorum!
İstanbul Modern Sinema, üçleme dizisi 'Özgürlük Kapıları' başlığıyla devam ediyor. Kasım'daki üçlemenin odağında kişisel, toplumsal özgürlükler ve bu özgürlükler için verilen mücadeleler var. Çağdaş Polonya sinemasının mihenk taşlarından Andrzej Wajda’nın Savaş Üçlemesi, İkinci Dünya Savaşı’nın sebep olduğu toplumsal ve psikolojik hasarı inceliyor!
A GENERATION/BİR KUŞAK
İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Polonya yeraltı örgütlenmesini anlatan üçlemenin ilk filmi Bir Kuşak, özünde bir büyüme hikâyesi... Tarihsel fonda ise, 1943’te kendilerini Treblinka toplama kampına nakliye etmeye çalışan Alman birliklerine karşı mücadele eden Yahudi direnişi, bilinen adıyla “Varşova Getto Ayaklanması” var. Tadeusz Lomnicki, Urszula Modrzynska ve Tadeusz Janczar'ın oynadıkları, baskıya karşı direnişi öğrenirken aşkı da tadan Stach'ı odağına alan 1955 yapımı siyah-beyaz film, savaşın bedeline dair amansız bir insanlık portresi sunuyor.
KANAL
Andrzej Wajda'nın savaş üçlemesinin 1957 tarihli ikincisi Kanal, Varşova’nın ayaklandığı dönemde isyancıların şehrin kanalizasyonunda geçen trajik yolculuklarını takip ediyor. Varşova’nın yeraltı cehenneminde hem bedenlerini, hem de ruhlarını koruma mücadelesi veren bir grubun zorlu mücadelesini izlediğimiz filmin senaryosu Varşova Ayaklanması’na bizzat katılan Jerzy Stefan Stawinski tarafından yazılmış! Teresa Izewska, Tadeusz Janczar ve Wienczyslaw Glinski'nin oynadıkları Kanal ile Cannes’da Jüri Özel Ödülü kazanan Wajda, başarılı tek plan çekimleriyle dikkat çekerken savaşın korkunçluğunu da iliklerimize kadar hissetiriyor!
KÜLLER VE ELMASLAR
Ewa Krzyzewska ve Waclaw Zastrzezynski'nin oynadıkları Andrzej Wajda'nın 'Savaş Üçlemesi'nin sonuncusu Küller ve Elmaslar, İkinci Dünya Savaşı’nın son gününde geçiyor. Ana karakterinin ahlaki ikilemiyle ülkesinin kaderini iç içe ören film, komünist bir yetkiliyi öldürmekle görevlendirilen genç bir 'Vatan Ordusu' askerini odağına alıyor. Başroldeki Zbigniew Cybulski’nin karizmatik personasının kendisine “Polonya’nın James Dean’i” lakabını kazandırdığı film sadece kahramanın değil aynı zamanda ülkenin de savaş sonrası geçiş döneminde arada kalmışlığını anlatıyor. Jerzy Andrzejewski’nin romanından uyarlanan ve Polonya sinemasının mihenk taşlarından biri olan film, monokrom sinematografisiyle de belleklerimizdeki yerini alıyor. Hem çekildiği dönem, hem de günümüz şartlarında son derece başarılı filmin sorusu da adında gizli: 'Yangın söndüğünde ortaya elmaslar mı çıkacaktır, yoksa geriye sadece küller mi kalacaktır?'
CENNET: AŞK / PARADIES:LIEBE
Ulrich Seidl’ın aynı aileden üç kadının çıktıkları yaz tatillerinde başından geçenleri izleyen üçlemesinin ilk filmi Paradies:Liebe/Cennet:Aşk, aşkı arayan bir kadını merkeze alıyor. İş hayatı da ev hayatı kadar yorucu ve zorlayıcı olan, tatilinde genç bir sevgili bulma ümidiyle güneşli Kenya’ya giden orta yaşlı Teresa’nın eğlenceli başlayan hikâyesi, giderek hüzünlü bir sona doğru ilerliyor. Margarete Tiesel, Inge Maux ve Peter Kazungu'nun oynadıkları Avusturya, Almanya ve Fransa ortak yapımı film, sömürgeciliğin yeni bir türü olarak seks turizminin politik tarafını sorgularken, sevgisizliğin soğuk gerçekliğini de izleyiciye başarıyla aktarıyor. Yönetmenin olaylara bakış açısını vurucu sahnelerle aktarmasına bayıldım!
CENNET: İNANÇ / PARADIES:GLAUBE
Üçlemenin ilk filminde Kenya’ya giden Teresa'nın Avusturya’da yaşayan röntgen uzmanı kardeşi Anna Maria'nın tatil izninde bile elinde Meryem Ana heykelciğiyle kapı kapı gezmesine tanık olduğumuz ikinci film Cennet:İnanç adını taşıyor. Cennet yolunun İsa’dan geçtiğine inanan Anna Maria’nın misyonerlikle geçirdiği bu dönemde yıllardır kayıp olan ve artık tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş Mısırlı Müslüman kocasının ortaya çıkması üzerine yaşananları anlatan film, evlilik ilişkisi üzerinden dini değerleri sorguluyor. Maria Hofstätter, René Rupnik ve Nabil Saleh'in oynadıkları film, adındaki ironinin aksine inançsızlığı işliyor! Ulrich Seidl'ın yetkin rejisi bu filmde de etkilemeye devam ediyor...
PARADIES:HOFFNUNG / CENNET: UMUT
İlk filmde Kenya'ya giden Teresa’nın 13 yaşındaki yalnız ve hassas kızı Melanie’nin zayıflamak için gittiği diyet kampındaki karizmatik doktorla yaşadıkları üzerinden bir Lolita hikâyesi anlatan Ulrich Seidl'ın cennet üçlemesinin son filmi Cennet:Umut, karakterlerinin zaaflarına yumuşak bir yerden yaklaşarak daha sıcak ve yumuşak bir tonda ilerlese de ilk iki film kadar etkileyemiyor maalesef! Üçlemenin imzası olan kaba kurgulanmış kısa, tabloya benzeyen sahneler, sahne içinde üretilmedikçe müzik kullanılmaması, profesyonel oyuncular ve oyuncu olmayanların biraradalığı gibi sinematik unsurlarla içi doldurulamayan cennet kavramını tarif etmeye çalışan; Melanie Lenz, Verena Lehbauer ve Joseph Lorenz'in oynadıkları Cennet:Umut, ilk iki film tadında olsaydı üçleme için rahatlıkla "muhteşem" diyebilirdim ama ne yazık ki üçlemenin sonuncu halkası pek zayıf! Yine de böylesi başarılı bir yönetmeni tanıttığı için @istanbulmodernsinema'ya ne kadar teşekkür etsek azdır!